Günümüzde “5 dakika sonra ordayım” , “yarın yanına uğrayacağım” gibi cümlelere günlük hayatta epey şahit oluyoruz. Sanki geleceği görür gibi bu kadar emin konuşuyoruz. Halbuki ecdadımız bu gibi durumlarda edeben “inşallah” ( Allah izin verirse) kelimesini kullanırlardı. Çünkü bu kelime kültürümüzün derinliklerinde olan bir kelimedir burada onlarca örnekten sadece üç tanesini zikredelim.
Resulullah efendimize; Ruh, Eshab-ı Kehf ve Zülkarneynden sorulunca; (Yarın gelin, haber vereyim) buyurmuş, inşallah demeyi unutmuştu. Bu sebeple birkaç gün Resulullaha vahiy gelmedi. Sonra şu mealdeki âyet-i kerime nazil oldu:
(İnşallah demeden hiçbir şeyi yarın yapacağım deme!) [Kehf 23, 24]
Peygamber efendimiz de, mezarlığa uğrayınca, ölüm muhakkak olduğu halde, ilâhi terbiye gereği olarak, (İnşallah biz de size kavuşacağız) buyurdu. (Müslim)
Allahü teâlânın huzurunda itaat edenlerden olmak için, her işte inşallah demelidir! Hadis-i şerifte,(İnsanlar için, inşallah demekten daha faziletli itaat edicilik yoktur)buyuruldu.
İnşallah deyince aklıma Nasreddin Hocanın hanımıyla olan diyaloğu geldi.
Nasreddin Hoca, bir gece hanımıyla konuşurken söz arasında, “ Hanım, yarın güneş açarsa tarlaya, hava yağmurlu olursa oduna gideceğim” demiş. “Hanımı inşallah de Hoca” diye uyarınca
Ya hu kadın bunun inşallah maşallahı olur mu? Yarın hava ya kapalı ya açık olur. Bende ya tarlaya ya oduna giderim der.
Hoca sabah olur olmaz yola koyulmuş. Bir süre sonra haydutlar önüne geçip bir köy sormuşlar hoca elinin tersiyle işaret edip orada demiş. Haydutlar o zaman düş önümüze de bizi oraya götür demişler. Hoca işim var deyince de bir güzel hocayı hırpalayıp önlerine katmışlar yağmur çamur köye kadar kendilerini götürtmüşler. Yara bere içinde kalan hoca gece bir yolunu bulup sürüne sürüne gece yarısı evine dönmüş.
Kapıyı vurmuş. Karısı pencereden “Kim o?” diye seslenince Hoca perişan bir halde ve bitkin bir sesle: – İnşallah benim, karıcığım demiş.
Söz buraya gelmişken,” Tahirü’l-Mevlevi’den bir nakilde bulunmak istiyorum. Merhum diyor ki: “İhvanımızdan Galip Bey diye bir doktor vardı. Allah rahmet etsin, o anlatmıştı. Bir gün kendisini Mevlevîhane’nin kapısında, fakir bir ailenin kulübesine çağırmışlar. Yaşlı bir kadın, pide kadar ince bir ot minderin üstünde yatıyormuş. Doktor muayene etmiş, hastalığın ilerlemiş tifo olduğunu anlamış. Teselli ilaçları yazarken hastanın ukala kızı, “Doktor Bey hasta, nasıl, kurtulacak mı?” diye sormuş. Doktor, “Kızım Allah’ın dediği olur” cevabını vermiş. Kız, “Canım Allah’ın dediğini bırakda, fen ne diyor, onu söyle” deyince.
Doktor: – Hanım, bana baksana! Ben bu sene belki beş yüz tifolu tedavi ettim. 499’u kurtuldu. Yalnız biri öldü ki, oda benim evladımdı. Eğer fennin dediğine kalsaydı daha ziyade itina ile tedavi ettiğim için onun da kurtulması gerekirdi, diyerek o ukala ve asri hanımı susturmuş”. Elbette Allah’ın dediği olur. Hak yerini mutlaka bulur. Kemal erbabı, bunun böyle olduğunu zaten bilir.” (1)
Bu yazının kaynak sitesi: https://tariharsivi.org/icerik/2599/insallah.html